16 Mart 2007 Cuma

Yazının Tükenmeyen Kaynağı: Tasavvuf

SADIK YALSIZUÇANLAR

Cüneyd-i Bağdadi’ye, ‘Tasavvuf nedir?’ diye sorduklarında, “Allah’ın, seni sende öldürüp, Kendinde ebediyen diri kılmasıdır.” der. Bu, esas itibarıyla dinin özünü oluşturur.

Bütün semavi öğretilerin Batıni yönünde bu ilke yatar. Bir başka bilge, şöyle der: “Tasavvuf, sonradan olanın, öncesiz olanla bitiştirilmesidir.” Sonradan olan için eski sözlüğümüzde, ‘hadis’, (yani ihdas edilmiş, getirilmiş, sonradan kurulmuş olan) kelimesi kullanılır.

Başla sonun bitişmesi de, Batıni öğretilerin meyvelerindendir. Buna da ‘cem’ denir. Bu, bir bakıma, hakikat’in dairesel doğasından da kaynaklanır. Acem şiirinin yıldızlarından Molla Cami, ‘dairevi bir yüz ol’ der. İnsanın İlahi Hakikat’i daha zengin bir perspektifle idrak edebilmesi için ‘dairesel bir bakış açısı’na ulaşması gerekir. Bu, bilgelere göre, çabayla elde edilebilir bir şey değildir gerçi. Çabadan sonra, onunla birlikte ama daha çok ilahi bir bağışla ulaşılabilecek bir yerdir.

Gelenekselci ekolün günümüzdeki değerli temsilcilerinden Hüseyin Nasr’a göre, ‘güzellik iyiliğin, iyilik gerçekliğin iç boyutudur.’ Güzel olan iyidir, iyi olan gerçektir. Bu formülasyon, kutsal ve geleneksel sanatlar için tümüyle geçerlidir. Modern zamanlara gelindiğinde ise, güzelliğin lüks bir kategori, çirkinliğin ise bir form olarak algılandığına tanık oluruz.

Nasr’a göre tasavvuf, ‘dinin Batıni boyutu’dur. Örneğin, “O’ndan başka varlık yoktur” (La mevcude illa hu)’yu, “O’ndan başka ilah yoktur”un içsel boyutu olarak okumak gerekir.

Tasavvufun irfani boyutlarını ve bir marifet ilmi olarak asıl tedvinini Mağribli bilge Muhyiddin İbnü’l-Arabi gerçekleştirir. O’na gelesiye, tasavvuf, bir hal ve daha çok menkıbelere dayalı, dervişlerin yaşam öyküleri çevresinde gelişen bir alan iken, İbn Arabi’yle birlikte sistematik bir niteliğe, derinliğe ve zenginliğe kavuşur. Şeyh-i Ekber (En Büyük Şeyh) olarak da bilinen İbn Arabi, yüzlerce eserinde (ki bazısı kırk cildi bulur), özellikle de Fütuhat-ı Mekkiye ve en çok tartışmalara yol açan Füsusu’l-Hikem’inde, dinin içsel boyutlarını kozmik bir dille ortaya koyar. Aynı zamanda bir şair de olan İbn Arabi’ye göre, sanılanın ve iddia edilenin aksine, “Hakikate, yani dinin özüne nüfuz etmenin yolu, zahirine, bizzat şeraite nüfuz etmekten geçmektedir.” Çünkü şeriat, dinin zahiri boyutu değil, bizatihi kendisidir.

Dünyanın çeşitli üniversite, enstitü, araştırma kurumu ve farklı kültürel/bilimsel/düşünsel çevrelerinde özellikle İbn Arabi’nin dile getirdiği irfanî birikime ilişkin çok sayıda bilimsel ve fikrî çalışma yapılmaktadır. Bu çalışmaların, özellikle en gürbüz damarını, Gelenekselci ekol düşünürleri ve onların öğrencileri, izleyicileri oluşturur. Kitapları Türkçeye de çevrilen Hüseyin Nasr, William Chittick, Michel Chodkowivch, Claude Addas, bunlar arasında sayılabilir.

Türkçede sufî yayınlar
Bizde sufî yayınların, modern dönemdeki seyrine bakıldığında, son yirmi yılın, özellikle son on senenin adeta bir patlamaya tanıklık ettiğini söylemek abartılı olmaz.

Bunda aslan payı, hiç kuşkusuz İnsan Yayınları’na aittir. Öteden beri, tasavvuf irfanına ilişkin gerek temel kaynakları gerekse yorum, şerh ve araştırma kitaplarını İnsan Yayınları bize ulaştırmıştır. Bunun yanı sıra, İz Yayıncılık, kelam, fıkıh, hadis, dinler tarihi gibi alanlarda yürüttüğü yayın etkinliğini, tasavvufi alana da yayarak genişletmiş ve özellikle Ekrem Demirli’nin dilimize kazandırdığı Konevi külliyatıyla ve diğer irfanî eserlerle, bu alanın bir diğer yayın ortamını oluşturmuştur. Yeri gelmişken Demirli’nin giriştiği büyük bir projeden söz etmek gerekir ki, özgün nüshası 34 defterden oluşan (müellif nüshası, İstanbul’da Türk-İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan) Fütuhat-ı Mekkiye’nin çevirisidir. İlk cildi Litera Yayıncılık tarafından çıkarılan bu eserin, gönül isterdi ki, müellif nüshasından çevirisi yapılsın. Ama bu bile tek başına değerli bir çaba olarak anılmalıdır.

Yayıncılık yaşı henüz kısa olmasına rağmen, Gelenek Yayıncılık, bilhassa İbn Arabi’ye ilişkin son derece değerli kitapların okura ulaşmasını sağladı. Gelenek Yayınları’nın irfani kitaplığımıza olan katkısı bununla sınırlı kalmadı kuşkusuz.

Geylani Kitaplığı ise sufi geleneğinin en önemli damarlarından biri olan Gavs-ı Azam’la aramızdaki dil engelini ortadan kaldırarak bu alanda ciddi bir işlevi yerine getirmiş oldu.

Tasavvuf irfanına ilişkin yayınların tarihi, bizde -modern zamanlarda-, çeyrek yüzyılı geçmez. Ondan önce, özellikle harf devriminden önce, çok sayıda sûfi kaynak matbu olarak yayınlanıyordu. Fakat bunlar, bir bakıma Osmanlı’nın bakiyesi bir eğilimin tezahürü olarak anılmalıdır. Bizim modernleşme çabamızın temel dinamiğini, gelenekle köktenci biçimde bağların koparılması oluşturduğu için, o muazzam irfanî gelenekle, inisiyatik damarla aramızdaki ilişkinin kopması kaçınılmaz idi.

Oryantalist bakışın açmazları
Cumhuriyet’le birlikte, inisiyatik bağlarımız büyük oranda koptu ve tasavvuf kitaplığı da nisyanın sisinde yitip gitti. Cemil Meriç’in ‘müstağrib’ dediği yeni aydınlar ve bilim adamları arasında, bu irfana ilişkin çalışanlar bulunuyordu ama bunlar, bu geleneğin içinden olmadıkları için sağlıklı okuma yapmaktan uzak idiler. Hilmi Ziya Ülken’in ‘Türk Tefekkür Tarihi’, bu sorunun tipik örnekleri arasındadır. Ciddi okuma sorunlarının yanı sıra, kendi geleneğine dışardan ve oryantalistçe bakan bir kuşağın, 70’lerin sonlarına kadar önümüze yığdığı sorunların aşılması yönündeki ilk ciddi çabalar da bu dönemde başlamış oluyordu. Bu tarihlerden önce, tasavvuf irfanına ilişkin kimi yayınlar olmuştur. Lakin bunlar son derece özensiz, özet ve kökene uzak çeviriler; sıradan hatta yanlış yorumlarla dolu basit çalışmalardır. Bu muazzam birikimle ciddi bir ilişkinin kurulmakta olduğunun ilk işaretleri, 80’lerin başında belirir. Bu süreçte kuşkusuz, bu geleneğin günümüzdeki takipçilerinin payı büyüktür. Cumhuriyet dönemi edebiyat ve düşünce ortamının ayrıksı isimlerinden Necip Fazıl’ın bile tek başına önemli bir katkısından söz edilebilir. Nakşi, Kadiri, Rıfai, Mevlevi vd. damarların izleyicilerinin aynı zamanda bir seçkinler zümresi oluşturduğu biliniyor. Bu zümreden kimi okur-yazarlar ve araştırmacıların çeviri ve telif çabalarını anmamız yerinde olacaktır. Bunlar arasında Tahirü’l-Mevlevi ve öğrencisi Şefik Can özellikle anılmalıdır. Ondan önce belki geleneğin son güçlü temsilcisi Avni Konuk merhumun zikredilmesi zorunludur. O’nun Mesnevi ve Füsus şerhleri dilimize kazandırılmıştır. Özellikle İbn Arabi’den yaptığı çeviriler, çeviri örnekleri arasında ilk sırada yerini alır. (Değerli bilim adamı Mustafa Tahralı, Hazret’in eserlerinin günümüz okuruna sağlıklı biçimde ulaşması için övgüyü hak eden bir çalışma yürütmektedir.)

Risale-i Nur’un katkısı
Bunun dışında, Bediüzzaman Said Nursi’nin, Anadolu’da, Sezai Karakoç’un ifadesiyle, ‘bir İslam kültürü külliyatı olan’ Risale-i Nur ile oluşturduğu ‘yeni bir kültür mayalanması’nın da bu zemine kaynaklık ettiği söylenmelidir. Sûfiliği bir yol olarak tercih etmemesine karşılık, bir kelamcı ve âlim olmaktan çok irfanî nitelikleriyle belirgin ve geleneksel manada bir arif olan Nursi’nin, tasavvuf irfanına ilişkin geleneksel sözlüğü yeniden inşa ettiği herkesin mâlumudur.

80’li yılların ilk yarısından itibaren, tasavvuf irfanına ait yayın çabaları da meyvesini vermeye başlamıştır. O dönemlerde örneğin birkaç kitap yayınlamasına rağmen Yeryüzü Yayınları’nın ilginç bir ateşleyici etkisi olmuştur. O geleneğe mensup Martin Lings’in çağımızın büyük bilgelerinden Şeyh el-Alevi’yi anlatan Yirminci Yüzyılda Bir Veli’si gibi yayınlar, sonraki kuşakların harcında katkı sahibidir. Bu süreçte ortaya çıkan İnsan ve İz gibi yayınevleri, tasavvuf irfanına ilişkin külliyatın dilimize aktarılması konusunda özel bir çaba göstermektedir. Yayınlar bu iki yayıneviyle sınırlı değil kuşkusuz. Dergah, Kitabevi, Kültür Bakanlığı, Hece, Kaknüs, Akçağ, Timaş’ın yenilerde başlattığı ve özellikle İmam-ı Rabbani’nin Mebde ve Mead’ıyla girişilen Rabbani Kitaplığı ile diğer yayınları göz önüne alınırsa titiz, işlevsel bir yol gözeteceği umulan Sufi Kitaplar, Ötüken Neşriyat, Akçiçek Yayınları, İstanbul Marmara ve Ankara İlahiyat fakültelerinin yayınları, Alperen Yayınları, Nur Yayınları, Madve Yayınları, Marifet Yayınevi, Timaş, İrfan Yayınevi adını burada anamadığımız onlarca irili ufaklı yayınevi, inisiyatik geleneğe hizmet yolunda yürümektedir. Sûfi geleneğe sadece ‘İslami’ yayınevleri ilgi duymuyor artık. Kabalcı gibi liberal veya herhangi bir sol yayınevinden de tasavvufi bir kaynak veya araştırma çıkabiliyor.

Tasavvufi yayınlara yayıncı ve okur olarak Türk kamuoyunun ilgisi, hem Türkiye’nin düşünce ve bilim ortamında kaydedilen ‘gelişme’ ve kazanımlarla ilgilidir hem de, belki de bundan öncelikli olarak, tasavvufi damarın tüm olumsuz koşullara rağmen hayatiyetini sürdürmesiyle alakalıdır. Bu süreçte, İlahiyat fakültelerindeki tasavvuf kürsülerinin de payı vardır.

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails

En çok ilgi görenler

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı