18 Ekim 2005 Salı

Seytanla Ozgurluk Uzerine Bir Diyalog

Herseyin Hikayesini Merak Eden Adam: Bir Garip Diyalog
Umit Simsek, Morotesi Sitesi

Sonbaharın sonlarına doğru, serinliğin kendisini hissettirmeye başladığı günlerden birinde, insanlardan uzak, denize yakın bir yerde, pardesüsüne sarılmış bir halde bir bankın üzerine oturmuş ve önündeki sakin manzaraya dalıp gitmişti Cem. İş günlerinden biriydi. Genç iş adamı o gün biraz erkence çıkmış, böyle zamanlarda çoğunlukla yaptığı gibi, vapurdan indikten sonra evine dönerken yolu uzatmış, günün biriken kaygı ve sıkıntılarını boşaltmak için tabiatla beş on dakikalığına da olsa baş başa kalmak istemişti.

Bir martıyı takibe koyuldu. Belli bir amacı yok gibiydi martının. Hemen hemen hiç kanat çırpmadan süzülüyor, dönüyor, pike yapıyor, bir süre denize paralel şekilde ve durgun sudaki yansımasıyla yarış edercesine uçuyor, sonra yine yükseliyordu. Kanatları sabit bir şekilde dönerek yükseliyor, yükseldikçe çizdiği daireler genişliyor, belli bir yüksekliğe vardıktan sonra kendisini planör gibi hava üstünde kaymaya bırakıyordu. Bir bale gösterisini izlercesine martıyı seyretti Cem. Müzik olarak, sessizlik eşlik ediyordu gösteriye.

“Ne görüyorsun?”

Bir ses duyar gibi oldu, irkildi. Sağına soluna bakındı. Kimse yoktu. Tekrar gösteriye dönmek istedi. Martıyı göremedi. Ufka meyletmiş güneşin ışığı gözünü almıştı. Birkaç saniye sonra martı güneşin bulunduğu taraftan uzaklaşınca tekrar Cem’in görüş alanına girdi. Fakat seyir yine kesintiye uğradı.

“Ne görüyorsun?”

Yine kimseler yoktu etrafında. Fakat sesi duyduğundan emindi Cem. Saçlarının dibinden ayaklarının ucuna kadar dalga dalga yayılan bir ürperti hissetti.

“Korkman gereksiz,” dedi ses. “Basit bir soru sordum sadece.”

Genç adam yutkundu. Gelip geçenlerin bulunmadığından emin olmak için etrafı kolaçan etti. Kendi kendisine konuşan bir adam görüntüsü vermek istemiyordu. “Martı” diye fısıldadı.

“Onun yerinde olmak istiyorsun, değil mi?”

Az önce genç adamın aklından geçen, buna yakın birşeydi. Bu uçuşun martı açısından nasıl bir serüven teşkil ettiğini düşünmüştü. Fakat ses, konuyu başka bir tarafa çekti.

“Aslında onun gibi özgür olabilirsin.”

“Ben zaten özgürüm.”

Tiz perdeden bir kahkaha sesi yankılandı genç adamın kafatasında. O kadar. Başka bir cevap gelmedi. Artık birisiyle konuşmakta olduğundan şüphesi kalmamıştı genç adamın. Alaya alınmak ise canını sıkmıştı. Ayağa kalktı. Bir iki adım attıktan sonra hızla geriye döndü. Az önce oturduğu yere doğru seslendi:

“Ben özgürüm dedim. Hayatım boyunca kimsenin ne tutsağı oldum, ne kölesi!”

“Sen öyle zannet” cevabı, hemen yakınından geldi. “Bak şu kuşa. Karışanı, görüşeni var mı? Nasıl uçacağını kimseye soruyor mu? Yiyip içtiğine kimse sınır koyuyor mu?”

Martılar iki olmuştu. Bir süre, suya paralel şekilde beraberce uçtuktan sonra, ikisi de ayrı ayrı yönlere ayrılarak uzaklaştı. Genç adam hangisini seyretmeye devam edeceğini düşünürken, ses gittikçe fısıltıya dönüşerek, fısıltıya dönüştükçe de yaklaşarak ve beyninde yankılanarak devam ediyordu.

“Bir de kendi haline bak. İstediğini yiyemezsin. İstediğini içemezsin. İstediğin yere gidemezsin. İstediğin kimseyle istediğin herşeyi yapamazsın. Attığın her adım, aldığın her nefes gözetim altında. Sen buna mı özgürlük diyorsun?”

Bir an bocaladı genç adam. Fakat esrarengiz sesin neden söz ettiğini anlaması uzun sürmedi. Bunu anlayınca da sesin sahibini tanımıştı.“Sen,” dedi, “sen Şeytansın!”

“Evet,” dedi sesin sahibi. “Beni tanıdın.”

“Tanıştığımıza hiç memnun olmadım. Şimdi yolumdan çekil ve beni rahat bırak.”

“Acele etmemeni tavsiye ederim,” dedi Şeytan. “Bakarsın, sana iyiliğim dokunabilir.”

“Şuna iyilik değil de şeytanlık desene.”

“Nasıl dersen de. Ama seninle ömür boyu beraber olduğumuzu da unutma. Buradan kovsan başka yerde karşına çıkarım. Hiç ummadığın zamanda, hiç görmediğin taraftan senin yolunu keserim. Kendine en güvendiğin zamanda seni şaşırtırım. İyisi mi seninle açıktan açığa konuşalım. Hâlâ çekip gitmemi istiyor musun?”

Cem’in kafası iyice karışmıştı. Konuşanın Şeytan olduğu kesinleşmişti; ama son söyledikleri doğruya benziyordu. Acaba Şeytan ara sıra da olsa doğru söyler miydi?

“Hareketlerinde özgür olmadığını sen de biliyorsun. Her ânının gözetlendiğine inanıyorsun. Her hareketinin kaydedildiğini ve hepsinden hesaba çekileceğini düşünüyorsun. Kendi keyfince geçirebileceğin bir an bile yok hayatında.”

Genç adam, avazının çıktığı kadar “Defol!” diye bağırmaya hazırlanırken, birden bire, Şeytanın söylediklerinin kendisine pek de yabancı gelmediğini hatırladı. Benzer şeyleri başka yerlerde ve başka zamanlarda çeşitli defalar işitmişti; hattâ zaman zaman kendi içinde de böyle düşüncelerin doğduğu oluyordu.

“Bak,” dedi Şeytan. “Sen de aynı şeyleri düşünüyorsun, ama itiraf etmeye çekiniyorsun. Yoksa benimle tartışmaktan korkuyor musun? Herhalde, inandığın şeyler, küçük bir tartışmayı kaldıramayacak kadar çürük olmalı.”

İyice köşeye sıkıştırıldığını hissetti Cem. Çaresizlikle denize doğru bakındı. Martı suya doğru kurşun gibi daldı, daldığı gibi ağzında birşeylerle çıkıp uzaklaştı. Şeytanla tartışma. Neden olmasın? Eğer Şeytandan bütünüyle kurtulamayacaksa insan, görünen Şeytan görünmeyen Şeytandan iyidir. Hiç değilse karşı karşıya geçip kozlarımızı paylaşma imkânımız olur.

“Tamam,” dedi. “Tartışalım. Ama sen bana ne vaad ediyorsun?”“Özgürlük,” dedi Şeytan.

“Ben zaten özgürüm” dedi genç adam.

“Tutsak olduğunu sana benden başka söyleyen olmadı mı? Gerçek özgürlüğü ben sana tattıracağım.”

“Yani sana tutsak olmamı istiyorsun. Bu mu senin özgürlük dediğin?”Bu, Şeytan için beklenmedik bir cevap değildi. Fakat biraz erken gelmişti.

“Peki, benim dediğimi de yapma. Kendi kendinin efendisi ol. Keyfince yaşa, gönlünce takıl. İstediğini yap, dilediğin gibi bir hayat sür.”

“Nefsim nereye çekerse o yöne gideyim demek istiyorsun.”“Bu kadar basit işte.”

“Nefsim beni her türlü kötülüğe çağırsa da mı?”

Cem sözlerine bir cevap alamadı. O yine devam etti:“Buna da kendi kendinin efendisi olmak değil, olsa olsa nefsine tutsak olmak derler. Senin bana özgürlük adı altında yutturmak istediğin şey, iki kölelikten başka birşey değil. Eğer kölelik vazgeçilmez bir tercih ise, ki senin bana sunduğun şıklardan böyle olduğu anlaşılıyor, kime köle olmak daha uygun düşer: Allah’a mı, sana mı, nefsimize mi? Haydi, sen cevap ver.”

“Tamam, tamam,” dedi Şeytan aceleyle. “Senin kölelikten kurtulmaya niyetin yok, anlaşılan. Bari bütün bütün köle olma. Bir orta yol bul kendine.”

“Nasıl olacak o?”

“Eğer görünmeyen bir varlığa saygı göstereceksen göster; ama niçin onu hayatının her ânına karıştırıyorsun? Sen de herkes gibi olsana.”“Eğer O hayatımın her ânına karışmayacaksa, Ona kulluk etmenin ne yararı olabilir? Hayatımın bütünüyle Onun gözetimi altında olmasını ben senin gibi tutsaklık saymıyorum; tersine, bir özgürlük ve mutluluk biliyorum. Benim kalbimden geçenleri bilemeyecek birisinin önünde ben niye eğileyim? Bana bir nefes bağışlayamayana, hastalandığımda bana şifa veremeyene, bir haksızlığa uğradığımda beni dinlemeyene, şükrettiğimde benim ağzımdan çıkanı işitmeyene, ayağıma batan bir dikenden haberi olmayana ben niçin yalvarayım?”

“Bir de Allah için herşeyden yüce, herşeyden büyük dersiniz!” Şeytan, bir fırsat yakalamışçasına araya girdi. “O kadar yüce bir varlığın işi gücü yok da senin ayağına batan dikenle mi uğraşacak? Bir düşünsene, yeri ve gökleri idare eden birisinin huzuruna çıkıp, ‘Benim ayağım kanadı, acısını dindir’ diye yalvarıyorsun. Bir çocuğun kayıp misketi için ülkenin hükümdarına başvurması gibi birşey!”

“Aslını istersen, ondan daha da ötede. Çünkü Allah bütün hükümdarlardan daha büyük; ben ise Allah karşısında o çocuktan daha da küçüğüm.”

“Hah, şöyle,” dedi Şeytan. “Akıllı birine benziyorsun. Seninle anlaşacağımızı biliyordum.”

“Acele etme,” dedi, kıs kıs güldü Cem. “Ne demişler, acele işe şeytan karışır. Allah’ın küçük işlerle uğraşmaması gerektiğini söylüyorsun, öyle değil mi?”

“Öyle.”

“Peki, sence ne kadar büyük işlerle uğraşmalı? Diken ayağıma batacağı yerde gözümü çıkarsa, Onun huzuruna çıkmak için bir mazeret yakalamış olur muyum?”

Cevap vermedi Şeytan. Sözün nereye varacağını anlamış, yahut anlamaya çalışıyordu. Cem devam etti:

“Gözümün çıkması, benim için hiç kuşkusuz, ayağımın kanamasından büyük bir olay. Ama Allah için öyle mi? Hayır. Bütün insanların bütün istekleri bir araya gelse, Allah için büyük birşey olur mu? Yine hayır.” Deniz ufkunu işaret etti Cem. Güneş, uzaktaki dağların üzerine iyice yaklaşmıştı. “Şu dağlara büyük desen, Dünyanın büyüklüğü yanında hiç kalır. Dünyaya büyük desen, güneşin tek bir alevi onun binlercesini birden yutar. Güneşe büyük desen, sadece Samanyolunda onun gibi yüz milyarlarcası var. Samanyoluna büyük desen, evrende onun gibi yüz milyarlarcası var. Dünya üzerinde nefes alıp veren insanlardan herbirine bir düzine yıldız versen Samanyolunu, bir o kadar galaksi versen evreni tüketmiş olmazsın. Şimdi bir daha söyle bakalım Şeytan, bu âlemde küçük neye denir, büyük neye denir?”

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails

En çok ilgi görenler

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı